Duran Çetin'le Bir Adım Ötesi üzerine konuştuk 1.Bir öğretmen yazar olarak ‘’hikâye ve roman ufkunuzu nasıl görüyorsunuz? Hangisinde daha başarılı olduğunuza inanıyorsunuz? Sorunuzun öğretmen vurgusu ön planda. Öğretmen olmam olaylara bakışımı, düşüncemi çok etkiliyor. Yıllar boyu yaşadıklarım, tecrübelerim bir anlamda beni zorluyor; eğitici olmayı, kısa yoldan faydalı olmayı gerektiriyor. Hikâyelerimde roman çalışmalarımda bu hep hissediliyor. Ufuk meselesine gelince: ufuk aynı. Hangisi daha kolay yada zor derseniz; ikisinin de kolaylıkları ve zorlukları var elbette. Ama bana hikâye yazmak daha kolay gibi geliyor. Birinin kendini başarılı bulması doğru olmaz. Bunun takdirini okuyuculara bırakmak, onların değerlendirmelerine saygılı olmak, kendimi geliştirme adına istifade etmek gerekliliğine inanıyorum. Ben kendi adıma tercih yapamıyorum. Elbette birisi üzerinde çalışmak çok daha yararlı olduğunu söylemek çok mümkün ve mantıklı. Ama bazı şeyler var ki hikâyelerde ifade edemiyorsunuz, zorlanıyorsunuz ve bazen aciz kalıyorsunuz. İşte bu anda o duygu ve düşüncelerinizi roman içinde anlatıp rahatlıyorsunuz. Ben ikisini de yürütmeyi düşünüyorum. Roman çalışmalarım hikâye yazmama engel olmadı ve inşallah olmayacak. Söylediğiniz gibi ilk iki kitabım hikâye. İlk iki kitabım da büyük ilgi gördü. Şu anda yok sayılır. Aslında ilk kitabım “bir kucak sevgi” çocuklar için oldukça güzeldi. İmkanım olsa ikinci baskısının yapılmasını sağlarım. Hikâyeden sonra romanımın çıkması olumsuz bir tepkiye sebep olmadı. Aksine oldukça olumlu tepkiler aldım bu da beni cesaretlendirdi. Bu işin hikâyesi var: benim ilk yazmaya başladığım kitap üçüncü olarak yayınlanan bu romanımdı. Mazisi sekiz on yıl öncesine dayanıyor. Romanın kahramanı Mustafa Bey Konyalı. Dolayısıyla Konya’dan oldukça sık bahsedilmiş olabilir. Gerçi Konya’mızın adını kullanmak bana keyif veriyor. Birçok hikâyemde de Konya’nın adını kullandım. Sorunuzun ikinci kısmı bana en çok sorulan soru. Romandaki olay örgüsünde birkaç yaşanmış öykü söz konusu. Hepsi aynı kahramana monte edilince böyle bir durum ortaya çıkıyor. Aslında ben bu soruya cevap vermek istemiyorum. Biraz gizemli kalsın istiyorum. Rasgele bir dil kullanmamak için titiz davrandım. Türkçe kaidelere, kelimelere dikkat etmeye çalıştım. Romanı yazarken her şeyi edebiyat-sanat olarak görmedim. Maksadım faydalı olmak. Bunun için anlaşılır bir dille sıkmadan okuyucuya mesajlarımı aktardım. Elbette bunu söylerken bunların gereksizliğini söylemiyorum. Benim için ilk planda faydalı olmak. Sonra diğerleri gelir. Bunlardan bir araç olarak faydalanmak gerek, amaç başka olmalı. Yeterince edebi bir dil kullandığım iddia etmiyorum. Gene de dikkat ediyorum. Öyle ki, bazen bir tek kelime hakkında bile, defalarca düşünüyorum. Kitabın sürükleyiciliği, edebi dil kullanmaktan daha ziyade olay örgüsüdür, diye düşünüyorum. Okuyucu, kitapta kendinden bir şeyler bulduğu an kitabı bırakması çok zor. Ben de bizi anlatan kendi kültürümüzü yansıtan düşüncelerle olayları yoğuruyorum. Yaşantımız, ahlakımız, inancımız… Sizce dediğinize göre kolayca cevap vereyim; bence yeterli. Daha farklı da düşünülebilirdi. Daha gizemli, daha karışık, ne bileyim daha ironik. Ama dedim ya: maksadım okununca kolay anlaşılmak ve öğretici olmak. Bu roman tamamen yaşanmış olaylardan oluştuğu için başlangıçtan sona ulaşıncaya kadar gerçeğe yakın, ya da bire bir örtüşür olması işimi kolaylaştırdı diyebilirim. İstediğim gibi yani. Dikkat ederseniz mübalağa sayılabilecek yerler yok denecek kadar az, ya da yok. Okuyucularımdan aldığım tepkilerden birisi de romanın ikinci bölümünün de olması gerektiği yönünde. Olayın sonunda okuyucu kendine göre düşündüğü gibi bir sonuç çıkarmalı. Bu hususu düşünüyorum devamı olsun mu olmasın mı? Bunu zaman gösterecek inşallah. İki günü eşit olan zarardadır inancına sahip insanlarız. Her geçen gün beni ve yazılarımı olgunlaştırıyor. Bu böyle de olmalıdır. Kendimizi geliştirmek zorundayız. Benzerliğin yanında farklılığı kendim hissediyorum. İlk yazdıklarımla son yazdıklarım arasında sorunuzda geçen unsurlar açısından farklılaşma söz konusu. Bu süreç daha ileriye doğru gelişecektir inancındayım. Bütün yazdıklarımda tarz açısından bir benzerlik kuruldu diye düşünüyorum. Hedefim faydalı olmak, inançlarına saygılı, anne-babasının kıymetini bilen, onlara “öf” bile denmeyeceğinin bilincinde nesiller yetişmesine yazdıklarımla katkıda bulunmak. Siz de çok iyi biliyor ve gözlemliyorsunuz ki, içinde bulunduğumuz toplumun kültürel ve ahlaki değerlerinin yıprandığı ve yok olma temayülünde olduğu bir gerçektir. Bu dönemde bir nebzecik de olsa bunun önünde durabilmektir. Ne demek istediğim anlaşılıyor herhalde. Sormayacaksınız sanmıştım. Teşekkür ederim. Yazdıklarınızı başkalarıyla paylaşmanın güzel olduğunu söylemiştim. Yeni çalışmalarım elbette var. Ben durmadan yazıyorum, yazmaya çalışıyorum. Bu benim için bir alışkanlık bir hobi oldu. Elimde tamamlanmış, son rötuşları bekleyen iki hikâye kitabım var. Anadolu’nun kavurucu yazından ve dondurucu kışından, dahası sımsıcak ve yanık bağırlı insanlarından kareler bulacağınız, anlamlı, gerçekçi ve çocuksu duyguları yaşatacak gençlik yıllarına götürecek, içimizdeki bizi çıkaracak hikâyelerden oluşan kitaplarımı bu yıl içinde çıkarmayı düşünüyorum. “Bir adım ötesi” sizinde bildiğiniz gibi BEKA YAYINLARINDAN çıktı. Tamamlanmak üzere olan bir de romanım var. Bu romanı yazmaktaki gayem: ahlaki yozlaşmanın önüne set oluşturabilmek, kendi öz değerlerimizi benimsetmek… Öğrencilerimiz için ders çalışma metotlarını öğretmek… Üniversiteye hazırlanmanın yollarını bir roman rahatlığında göz önüne sermek… faydalı olmak… faydalı olmak… Bir başka roman projem daha var. Ama okuyucularımızı fazla sıkmayalım. Onu bir başka sohbete bırakalım. Mehaba Gazetesi |