Duran Çetin'in HikayeciliğiDURAN ÇETİN’İN HİKÂYECİLİĞİBekleyiş, ünlü hikâyeci Duran Çetin’in 18. Kitabı. Bugüne kadar 11 hikâye, 5 roman 2 masal kitabı yayınlayan yazar, nefis bir üslûpla hikâyeler anlatıyor. Kimi zaman olay kimi zaman durum hikâyesi kaleme alan yazar, iyi bir gözlemci. Hayat ırmağı içinde akıp giden insanları gözlemliyor ve onları içinde bulundukları mekân ile beraber, psikolojik derinlikle ele alıyor, yaşadığı dünyayı anlatıyor yazar. Zengin bir hafızası var Çetin’in. Çocukluğuna uzanıyor, yaşadığı köye ve yoksul köy hayatına ait vakaları hikâyeleştiriyor. Yazar, hikâyeleri ustaca kurguluyor. Kahramanların çoğu tanıdığı insanlar. Zamana ayna tutuyor. İnsan en iyi, en iyi bildiği şeyleri anlatır. Onun kahramanlarını siz de bir yerde gördüğünüzü, kimisini mahalleden kimisini köyünüzden tanıdığınızı zannediyorsunuz. Kitabın ikinci hikâyesi “Radyo”nun kahramanları, yazarın çocukluk yıllarında tanıdığı insanlar. Köyün ileri gelenlerinden Elez, köy ağası Musa’ya rekabet duygusuyla varını yoğunu satarak bir radyo alır. O zaman herkeste radyo yoktur, hele televizyonun esamesi okunmaz. Haberler, arkası yarın programları, türküler… Hem Elez hem de mahalle radyo programlarını kaçırmazlar. Günün birinde radyo çalmaz olur. Sesin nereden geldiğini merak eden çocuklar, pilleri söküp takmışlar ve radyo çalmaz olmuştur. Birkaç gün radyo susar. Bütün mahalle tedirgin olur, programlar kaçmaktadır. Sonunda Elez, mahalle baskısına dayanamaz, radyosunu alır şehre tamir ettirmeye götürür. Şehirdeki bir dostunun evine uğrar, derdini anlatır. Dostu radyoyu eline alır, pilleri çıkarır, yeniden takar ve radyo çalışmaya başlar. Elez’in keyfine diyecek yoktur. Sıradan bir olayı anlatıyor Çetin. Olayın geçtiği çevreyi ve kahramanların psikolojilerini, sosyal çevreyi ihmal etmiyor. Böylece keyifle okunacak hikâyeler ortaya çıkıyor. ÇETİN, hikâyeyi hikâye yapan unsurların farkında. Olayın geçtiği mekânları ihmal etmiyor. Alaeddin Tepesi hikâyesinde, hikâye kahramanı Alâeddin Tepesi’ni gezer ve Alâeddin Camisini ve cami içindeki türbeleri ziyaret eder. Tarih ve kültür bilincine sahip kahramanımız, kalabalıkların ve yığınların bilinçsizliğinden şikâyetçidir. Yazarın dili ve tasvir gücünü örneklemek açısından aşağıdaki satırlar okunmaya değer: “Dikkatlice merdivenlerden indi. Mahzen kapısına yürüdü. Aşağısı görünmüyordu, karanlıktı. Mahzendeydi sultanlar, yakınları, ileri gelenler, yönetenler, emir verenler, savaşanlar, meydanlarda kahramanlık yapanlar, hayatlarını savaşlarla geçirip ulvî gayelerini gerçekleştirmek için çalışanlar. Hepsi buradaydı. Ruhları diriydi, canlıydı düşünceleri, hedefleri, geçerliydi sonsuza kadar. Bahçeden şehre baktı. Geçmişten günümüze döndü. Manzara muhteşemdi. Alâeddin Tepesi’nden bir başka görünüyordu. Konya bembeyazdı, tertemiz bir hava soluklanıyordu. Bir devrin muhteşem başkenti Konya, yüksek binaların boy gösterdiği devasa bir şehirdi artık… Bir dönemin başkenti, sarayı, camisi, devlet idare yeri, merkezi burasıydı. Tarihi değiştirenler buradaydı. Tarihe yön verenler bunlardı. Hemen aşağıdaki caddeden akıp giden insanlar, sokakları dolduruyor, koşuyor, koşuşturuyordu. Kaybettiği ruhunu arıyorlardı. Duyarsızdılar. Yüzyıllar öncesinden haykıran uyarıcıya kulak vermiyorlardı. Yaşanan vefasızlıktı belki de. Duyarsızlıktı geçmişe. Günü bugün olarak bilmekti. Masmavi gökyüzünün altında bembeyaz bir örtünün kuşattığı geçmişti gezdiği, gezindiği yerler. Alâeddin Tepesi’nden aşağı inerken yaşanan ruhsuzluğun sebebini düşünüyordu. Yoksa onlar da mı küsüp ruhlarını alıp gitmişlerdi.”( Bekleyiş, s.21) Hikâyedeki olayları, gazete veya televizyon haberinden ayıran, yazarın kullandığı dildir. Sanatçının ne anlattığı kadar nasıl anlattığı da önemlidir. Yazar, kelime işçisidir ve dil ustasıdır. Eğer ortada üslûp yoksa anlatılan olay hikâye olmaz. Duran Çetin bütün bunların farkında. Sade, yalın, akıcı bir dili var. Pürüzsüz bir Türkçe kullanmaya gayret ediyor. Alâlade şeyler anlatılmaya değmez. Sanatçının dokunduğu tema, sıradan olmaktan çıkar, çıkmalıdır. Sanatçı bunu da üslûbu ile sağlar. Duran Çetin, iddiasız bir üslûp kullanıyor. İddiasızlıkta iddalı. Tarih, kültür ve maneviyat bilinci olan bir yazar Çetin. Eserlerinde moral değerleri önemsiyor. Tarih bilincinin önemini ve dinin yol göstericiliğini, anlattığı hikâyelerde önemle hissettiriyor. Alâeddin Tepesi’nde gezen hikâye kahramanı geçmişe uzanıyor, türbeleri ziyaret ediyor ve türbe içindeki Selçuklu sultanlarının büyük ideallere sahip olduğunu, hayatlarını yüksek idealler uğrunda harcadıklarını, tarih yaptıklarını vurguluyor. Atalarımızın sahip olduğu ideallere sahip olmayan caddedeki kalabalığı uyarıyor yazar. Haksız mı? Hayır. Kalabalıklarla millet arasında bilinç ve ideal farkı vardır. Yazar ideal sahibi ve bilinçli nesiller yetiştirme davasında. Yer yer yazarın öğretmenliği hikâyelere yansıyor. Yaşadığı gibi yazıyor Duran Çetin, benimsediği temel ve moral değerleri hikâyelere nakşediyor. Bunları bir ders verir gibi anlatmıyor elbette, kahramanlarına söyletiyor. “Bir Gündü” hikâyesinin kahramanı annesinin mezarını ziyaret eder ve şunları düşünür: “İşte yatacağımız yer burası. Her gün bakarım buraya. Gideceğimiz yer. Kötülük yapmaya değmez. Kimseyi kırmaya değmez. Eve geleni boş çevirmeye değmez. Derken gözleri ufka dalar giderdi. İşte geldik, işte gideceğiz, dediğinde her zaman olduğu gibi “Allah gecinden versin!” duamın cevabı gelirdi: -Allah hayırlısını versin. Hakkımızda ne hayırlısıysa onu versin.” (Bekleyiş, s. 24) Duran Çetin’in anlattığı idealist insanlar sadece tarihte yaşamazlar, onların bir kısmı içimizde, aramızda, yanı başımızdadır. “Dozer Operatörü” hikâyesinin kahramanı Abdullah bunlardan biri. Abdullah, sadece mesai saatlerinde çalışmaz. İş bitene kadar çalışır. Onun çalışkanlığı, tembel mesai arkadaşlarını rahatsız eder, hatta bu şikâyetler amire kadar ulaşır fakat Abdullah bunlara aldırmaz. O Alman ve Japonlar gibi memleketimizi yükseltmek ister ve herkese şunları söyler: “Almanya, savaşta yıkılmış, taş üstünde taş kalmamış, yakılmış, nerdeyse yok olmuştu. Şimdi bizim insanımız onlara işçilik yapıyor. Dünyanın en zengini oldular. Düzenli çalıştılar, fazla çalıştılar. Japonlar da öyle… Biz? Biz ne yapıyoruz? Milletin kalkınması için her gün birazcık fazla çalışmak en güzel olanı. Benim ülkem bunlardan geri neden kalsın? Bizim dedelerimiz dünyayı yönetmişken şimdiki halimize bakın. Herkes bizi yönetmeye kalkıyor. Ne olacak birazcık fazla çalışsak…” (Bekleyiş, s.30) Benzeri fikirleri Mehmet Akif’in Safahat’ında okursunuz. Süleymaniye Kürsüsü’nde Abdürreşit İbrahim Efendi, Japonları anlatır ve kalkınmanın yolu ilim, çalışmak ve milli benliği korumaktan geçer, der. Necip Fazıl Kısakürek, Sakarya Türküsü şiirinde büyük millet olma şuurunu anlatır. Tuna ve Nil’in Sakarya’nın kardeşleri olduğunu söyler. Yeniden ayağa kalkmayı telkin eder. “Yol onun, varlık onun, gerisi hep angarya… Yüz üstü çok süründün, ayağa kalk Sakarya!” Duran Çetin milli ve manevi duyguları güçlü, idealist, yeniden büyük Türkiye’yi kurma tutkusu taşıyan, sade ve akıcı bir dille, keyifli ve güzel hikâyeler kaleme alan bir yazar. Bekleyiş, Portakal Kızım, Yolun Sonu, Bir Kucak Sevgi, Güller Solmasın, Bir Adım Ötesi, Kırmızı Kardelenler, Sana Bir Müjdem Var, Gözlerdeki Mutluluk, Toprak Gönüllüler, Minik Göl, Büyük Ödül, Balkondaki Adam, Gökkuşağı Yolculuğu, Kül Yığını, Sadece Ben, Macera Peşinde, Bir Yudum Şehir yayınlanmış eserleri. Usta bir yazarı okumanızı tavsiye ederim. KAYNAK: http://www.alierkankavakli.org/duran-cetin%e2%80%99in-hikayeciligi |
3517 kez okundu |
Yorumlar |
Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |