Duran Çetin
durancetin@hotmail.com
BİR GÜNDÜ
03/03/2012 Aylar olmuştu gitmeyeli. Özlemişti. Tezek kokuları, yakılan yaprak ve küçük çalı çırpılardan çıkan duman bile burnunda tüter olmuştu. Önceden böylemiydi ya. Arada bir gelir, anasının dizinin dibine oturur, bazen dizine başını koyar, annesinin başını okşamasını bekleyen küçük çocuklar gibi davranırdı. Birkaç hafta geçince gitmek için bir bahanesi olurdu ya da bir bahane bulurdu. Kalkar, hazırlanır, eşi ve çocuklarıyla beraber düşerdi yola. Yine yoldaydı. Yine çocukluğunun geçtiği yereydi yönü. Ama buruktu. İçi rahat değildi. Onsuz olmazdı. O olmayınca hiçbir şeyin tadı tuzu olmazdı bunu biliyordu. Yokluğuna alışamamıştı. Köyü uzaktan gören tepeden baktı alabildiğince uzanan masmavi göle. Sonra da gök kubbenin derinliğinde kayboldu gitti. Köye yaklaştıkça parlayan, gözleri alan sac çatıya takıldı gözleri. Ne çok çalışmıştı yapılırken. Gece gündüz demeden, durmadan, dinlenmeden çalışmış, nerdeyse usta olmuştu. Yüzünde acı bir gülümseme oluştu birden. Aklına annesinin titreyen sesi geldi: -Oğlum çatı uçtu. Bir gameze gelip götürdü… Duyduklarına inanamamış, tekrar tekrar neler olduğunu sormuştu. Her defasında annesi sabırla anlatmıştı. Sonunda anlatmaktan vazgeçmiş: -O kadar merak ediyorsan gel, kendin gör, deyivermişti. Apar topar geldiğini hatırladı. Gördükleri karşısında şaşırıp kalmıştı. Nasıl olur, sorusuna cevap bulamadan yapılacakları planlamıştı. Küçük bir hortum çatıyı alıp aşağıya bırakıvermişti. Kuyunun yanından sağa, toprak yola döndüğünde hedef belliydi: Mezarlık… Yolun solunda çadırlarda yaşayan günlükçülere takıldı gözleri. Ekmek parası, dedi içinden. Sarı yüzleri güneşten kavrulmuştu çocukların, pul pul dökülüyordu nerdeyse. Mezarlığın demir kapısını rayları üzerinde itelerken utandı. Annesini ziyaret etmeyeli uzun zaman olmuştu. Belki de ilk defa bu kadar uzamıştı. Yeni yapılan şadırvandan tenekeye doldurduğu suyu zorlanarak taşırken kızı ve oğlu çoktan mezarın başına varmıştı. Gözleri yeni mezarlara takıldı. Sıra sıraydı. Üç beş tane olmuştu. Toprakları yeniydi. Oturmamıştı henüz. Onlar da gitmek istememiş, toprağın bağrında yatmayı hiç düşünmemişlerdi belki de. Ama şimdi burada olmaları, gerçeğin ta kendisiydi. Utangaç bir tavırla mezara yürüdü. Selam verdi annesine, ben geldim, dedi titreyen sesiyle. Elindeki tenekeyi mezarın üzerinde kurumaya yüz tutmuş zambaklara ve büyüyememiş güllere doğru savurdu. İçindeki suyu boşalttı. Büyük bir özenle mezar taşının dibine dizleri üzerine çöktü. Kuranı Kerim’i kızından aldı. Yasin okudu içinden geldiği gibi, tane tane ve huzur içinde… Ellerini kaldırdı semaya ve dua etti. Çocukları ve eşi “âmin” dediler. Mezarın etrafındaki kuruyan otları görünce çok uzun zamandır ziyaret etmediği gerçeği düşüncesine bir mızrak gibi saplandı. Utançla kuru otlara ellerini salladı. Yoldu, yoldu yoldu. Mezarın üzerini temizlediğinde ellerinin dikenlerle sızladığının farkına vardı. Küçük dikenler parmaklarını sarmıştı. Bu benim için ceza olsun işte, diye iç geçirdi. Ziyaret araları uzadığına göre, annesine olan özleminde azalma oldu mu, diye korktu. Böyle olsun istemiyordu. Kendisine neler yaptığını, hangi zorluklar içinde büyüttüğü gerçeğini unutmak istemiyordu. Buna hakkının olmadığını düşünüyordu. Yapamazdı, yapmamalıydı. Mezarlara baktı, sonra karşılarında duran yıllarca hayatını geçirdiği evlerine... Evin önünde taşların üzerine oturmuş güneşin batışı esnasında konuşurken eliyle işaret etmişti. -İşte yatacağımız yer burası. Her gün bakarım buraya. Gideceğimiz yer. Kötülük yapmaya değmez. Kimseyi kırmaya değmez. Eve geleni boş çevirmeye değmez derken gözleri ufka dalar giderdi. İşte geldik işte gideceğiz, dediğinde her zaman olduğu gibi “Allah geçinden versin!” duamın cevabı gelirdi: -Allah hayırlısını versin. Hakkımızda ne hayırlıysa onu versin… “Demek ki hakkında hayırlı olan buymuş anacağım.” diye mırıldandı. Meraklı kızı “Ne dedin baba?” diye defalarca sordu. “Bir şey yok” cevabı onu durdurmaya yetmedi. Sorular sorular… Sadece bir gündü yaşadığı. Sabahtan her zaman olduğu gibi kahvaltı, bahçede emek emek yetiştirdiği fidanları sulama, sonra komşuları ziyaret, yemek derken ikindiye yakın bir zaman. Ve bir an: her şeyin durduğu, durulduğu ve koptuğu… Babamın yanında yıkıldığın, onun da yıkıldığı an. İşte o an son bakışlarındı yıllardır birlikte olduğun eşine, evine, bahçene, tanıdıklarına… Sonrası, hastaneye seni getirmem. Ne olduğunu sormuştum da midem patlayacak gibi, demiştin. Ne yediğini sormuştum zehirlenmenden şüphelenerek. Mantarı çok severdin. Belki mantar yedin, zehirlendin diye sormuştum o soruyu. İlk müdahalede kalp krizi demişti doktor. Zaman ilerledikçe umudum iyice artmıştı. Dudaklarım kıpır kıpırdı. Dua doluydu dilim ve gönlüm. Dudaklarım yanaklarındaydı; sıcaklık yoktu. Defalarca öpmüştüm. Hastanede yoğun bakıma girdiğinde ben doktor arkadaşımla konuştum: atlatmış, dedi. Ben iyice rahatladım. Ama duyduğum haber aynı günün gecesini tamamlayan zamandaydı. Her şeyin koptuğu andı. Aynı gündü. Bir gündü. Hepsi o kadar… Her zaman söylediğin “Nasıl olsa öleceğiz.” cümlesini yaşıyordun. Ölümü yaşıyordun. Ölüm seninleydi. Sen ölümleydin. |
Yorumlar |
Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |
Yazarın diğer yazıları |
Güzel Okuldan Güzel İnsanlar Yetişti 1 - 10/08/2024 |
Çocukken ayrıldım köyümden. Daha yaşım 1o bile olmamıştı. |
KELAMDAN KALBE - 31/01/2024 |
Susmak... |
ELVEDA HAYAT - 23/01/2024 |
Bir dedem vardı hayat dolu, öldü... |
DİZİ OYUNCUSU GİBİ - 23/09/2023 |
Hesabını veremeyeceğimiz bir hayat yüktür. |
NEDEN DİYE SORMAK GEREKİR - 11/09/2023 |
Neden? Bunca yolsuzluk neden? Dönen dalavereler neden? |
FİRENİ PATLAMIŞ GENÇLİK - 29/08/2023 |
Lise eğitimi zorunlu hale getirildikten sonra iş çığırından çıkmış halde freni patlamış bir gençlik yetiştirmeye devam ediyor. |
ETON KOLEJİ - 24/08/2023 |
Bir okul düşünün, ülke yönetimine gelenlerin çoğu orada yetişsin. Ülke entelektüellerinin tamamına yakını oradan mezun olsun. Sanatçılar, yazarlar, kültür adamları, bürokratlar… |
PATATES KRİZİ - 03/08/2023 |
İlk insan ilk peygamber Hz. Âdem ve oğulları |
MÜSRİF ADAM - 31/07/2023 |
Giysilerin en güzeli olan takva elbisesidir. İnsanın süsüdür, gönlünün aydınlığıdır… |
Devamı |