Duran Çetin
durancetin@hotmail.com
Bursa Osmanlı Beşiği
08/11/2012 Bursa Osmanlı Beşiği Her şeyden önce Bursa’yı anlatmanın farklı bir
yeri, farklı kalıpları, farklı kapısının olması gerektiğini söylemeliyim. Zira
Osmanlının devlet oluşuna aralanan kapısıydı Bursa. Cihan devleti temellerinin
atıldığı zaman ve mekânın maneviyatla yoğrulduğu teknedir Bursa. Bu teknede
özünü bulan, özleşen, özü sağlam gelecek inşasının temelleri kolay kolay
sarsılmayacak kadar sağlam bir kuruluştu yaşanan. Hayat anlayışlarını
biçimlendiren, ortaya koyan, yaşanılabilirliliğini gösterenlerin mekânıydı
Bursa. Mekân burası olunca anlatımın zorluğu ortadayken başlıyorum gezi yazıma.
Ve
puslu bir hava var Bursa’nın üzerinde. Alışık olmadığım bir hava bu. Caddeler
sokaklar modern bir şehrin canlılığını, diri oluşunu ortaya koyuyor. Trafik
yoğun, yeni açılan caddeler geniş, modern iş merkezleri şehrin farklı yerlerine
dağılmış. Bursa, dağın yamacına doğru kurulmuş, sonra düzlüğe, ovaya inmiş bir şehir.
Gezimize Osmanlı’nın yaşadığı Uludağ’ın yamaçlarından başlıyoruz. Camiden
önce 1. Murad hakkında bilgi vermek
gerekir sanırım: 1.
Murat diğer Osmanlı sultanlarından farklı olarak savaş meydanın şehit edilmiş
bir sultan. Savaştan savaşa koşmuş, cephe hayatı olmuş. sevdası hep maneviyat
sırlı olmuştur. Sultan Birinci Murad 1326'da Bursa'da doğdu. Babası Orhan
Gazi, annesi Nilüfer Hatun'dur. Sultan Birinci Murad, fethettiği yerlerde
yaşayan Hıristiyan halka Papa'dan daha iyi davrandığı için onların sevgisini
kazanmıştı. Hatta onun zamanında sadece Bursa'da bile 3 kilise ve 1 sinagog
yapılmıştır. Türklerin Balkanlardaki ilerlemeleri yeni bir Haçlı seferinin
düzenlenmesine sebep oldu. Türk Ordusu ilerleyerek Kosova'da Haçlılarla
karşılaştı. Üstün haçlı ordusu Sultan Murad Hüdavendigar'ın kurdurduğu
"Topçu Ocağı"nın kullandığı topun etkisi ile dağıldı.1382 yılından
itibaren "Murad Hüdavendigar" diye anılan Sultan Birinci Murad,
Birinci Kosova Savaşı'ndan sonra savaş alanını gezerken, Sırp Kralı Lazar'ın
damadı tarafından hançerlenerek şehit oldu (1389). Anadolu'dan Rumeli'ye durmadan dinlenmeden seferler yapan Sultan Murad
Hüdavendigar, bizzat katıldığı 37 savaşın hepsini kazanıştır. 1 . Murat Cami
bana göre hayli ilginç. Mısırda görülen
cami mimarisi ile örtüşüyor. Osmanlı’nın Mısır’da yaptığı cami mimari örneğinin
belki de anası burası. İki katlı ve minaresi Osmanlı’nın bu dönemden sonraki
yaptırdığı camilerden de oldukça farklı. Hatta bu eserlerde dikkatimi çeken bir
hususta caminin Konya’daki Selçuklu medreselerini andırır yapısı buranın okul olarak
kullanıldığı gibi bir duyguya yöneltiliyor. Duygularınızın yanıltmadığını
araştırınca anlıyorsunuz. Bu cami, devletin merkezi, okul, devlet işlerinin
yürütüldüğü daire, ibadethane, yani sosyal hayatın tam merkezi denebilir.
Padişahı oturduğu yer, evi, öğrencilerin odaları, halkın işlerinin görüldüğü devlet
hizmetleri, hepsi aynı yerde ve padişahın gözü önünde cereyan ediyor. Bunu
düşününce insan, “muhteşem” kelimesi durumu anlatmada kifayetsiz kalıyor. Halk
ile iç içe bir sistemin yüzyıllar boyunca ayakta kalmış olmasını bu düşüncelerle
daha rahat anlayabilirsiniz. Altın
yaldızlı mihraptan gözleriniz alamayınca caminin duvarlarında, odalarında
sultanın oturduğu mahfilde, kubbelerde geçmişin azametini, haşmetini, sosyal
dokusunu arıyorsunuz. Günümüzdeki Osmanlı torunlarının yaşam şekilleriyle
kıyaslama isteğiniz bir anda kayboluyor ve siz o ihtişamlı dönemde kalmayı
tercih ediyorsunuz. Tarihin
derinliklerinde ve caminin ortasındaki yıldızları, güneşi, ay ışığını gören
havuzun başında soluklanırken bir dönemin dünyayı titretenlerin, idare
edenlerin yaşadığı mekâna ortak olmakla iliklerinize kadar ürperiyorsunuz. Size
güzel bir mesaj veriyor mekân: “Güzelliklerle anılacak bir hayat yaşamalısın…”
Bursa camilerinin çoğunda gördüğümüz ters T planı ne kadar cana yakın, ruha
yakın, dimağa yakın olduğunu düşünmeden de edemiyorsunuz. Belki bu yakınlık
padişahların bu manevi mekândaki soluklanmayı paylaşıma açmış olmasından
kaynaklanıyor. Belki de ruhumuzun arzuladığı içtenlik ve inançtaki içselliğin
amacı da bu… Orada geçirdiğim hayal gibi bir onbeş dakikanın arkasından yine
sağıma soluma dikkatle bakarak tarihin, dedelerimizin cihan devletinin bana fısıldadığı,
uyardığı, yol verdiği bir im, işaret ve uyarı bekliyorum, gözlüyorum, arıyorum.
Bu izlekte yol alırken karşıma dikiliveren, uyaran sade bir yapıyla
sarsılıyorum. 1. Murad Türbesi: Kapıdan içeri
daldığınızda sadece sükûnet görüyorsunuz. Ferah bir mekânın tam ortasında
kocaman bir sandukanın ayak dibinde okuduğunuz küçük bir yazı: 1. Murad. Hepsi
o kadar. Dünyada yaptığı hayırlı işleri düşündüğünüzde burada yatıyor olmasını yakıştıramıyor,
dünyayı titretenlerin sonunda özüne döndüğünü, döndürüldüğünü düşünüyor ve
dualar dökülen dudaklarınızın mütemadiyen kıpırdadığını hissediyorsunuz. Zaviyelerin
temellerini atan insanın, sosyal duyarlılığının ne derece ilerde olduğunu
anlamanız çok zor olmuyor. Zira zaviyelerin kuruluş amacının toplumdaki
muhtaçların tespiti ve ihtiyaçlarının giderilmesidir. Bu sistem içerisinde
içten ve dıştan gelecek olan yıkıcı faaliyetlerin tespiti açısından da önemli
çalışmalar da bu teşkilat tarafından yürütülmüştür. Çekirge denilen bu bölgeden,
Bursa düzlüklerine hâkim tepeden bakan bu mekânlarla şimdiye kadar kıyıda
köşede kalmış geçmişimizi hatırlamanın ve sarsıcı bir şekilde kimliğimizin
belirleyici unsurlarını tadıyor olmanız size keyifli anlar yaşatmaya yetiyor.
Muradiye Külliyesine uğradığımızda
hemen yakınında bulunan Osmanlı Evine
doğru yürüdük. Osmangazi belediyesince restore edilmiş. Bodrum, zemin ve
1.kattan oluşuyor. Bir bahçeden geçiyorsunuz ve tahta merdivenlerden eve
giriyorsunuz. Zemin kat dar ve oldukça basık. Birinci kat geniş ve yüksek. O
günün hatırasına oluşturulmuş odalarda haremlik selamlık uygulaması dikkati
çekiyor. Odalarda balmumu heykellerinden oluşturulmuş mankenler kısmen dönem
hakkında bilgi veriyor. Ama Osmanlı ihtişamını, Osmanlı yaşamanı daha rahat ve
geniş anlamda ifade edecek görsellerle desteklenmesi gerektiği gerçeği apaçık ortada
duruyor. Osmanlı demek sadece nargile demek değil herhalde. Osmanlı halkının
günlük yaşamını zengin görsellikle ortaya konulmalıydı. Restorasyon daha çok
olmalı ve sosyal hayatın nasıl olduğu bir dizi halinde farklı evlerde
sunulabilmeli ki, gezenler o dönem hakkında bilgi sahibi olabilsinler. Duvar,
tavan ve yüklük olarak kullanıldığı anlaşılan dolapların süslemelerinin
güzelliği gözden kaçmıyor. Osmanlı kültür sanat güzelliğini yansıtıyor. Muradiye
külliyesinin hemen yanında duran zamanın sağlık kuruluşu olan darüşşifaya
dıştan bakıp geçiyoruz. Karşımızda belki de en büyük külliyelerden birisi olan Bursa’da Osmanlı Sultanları
tarafından yaptırılan son külliye duruyor: Muradiye Külliyesi. Muradiye
Külliyesi, Sultan 2. Murad tarafından 1425-1426
yılları arasında yaptırılmış ve içinde bulunduğu semte ismini vermiştir. Külliye;
cami, hamam, medrese, imaret ve külliyenin bahçesine daha sonraki yıllarda
yapılan 12 türbeyi içerir. Bu türbeler Türk İslam dünyasının sayılı türbe topluluklarından birisidir. Şehzade
Mustafa, Fatih’in Napoli’de sürgünde ölen oğlu Cem Sultan, Yavuz Sultan
Selim'in kardeşi Şehzade Ahmet gibi şehzadelerin türbeleri burada bulunuyor.
Türbeler içinde en süslü mimarisiyle Cem Sultanın türbesi farklılık gösteriyor. Külliyenin
merkezini Muradiye Camii oluşturur. Giriş cephesi görkemli, diğer
cepheleri sade. Sadaka taşının daha sonraki tamiratlarda cami duvarına
yerleştirildiğini öğreniyoruz. Küçük oğlum ve
kızımın dikkatini en çok sadaka taşı çekti. Konuyla ilgili bir çok
sorularına muhatap oldum. Sadaka taşına zenginlerin bıraktıklarını fakirler
ihtiyaçları kadar alıyorlardı. Bir ara o kadar para çoğalıyor ki, aşevine para
aktarılmaya başlanıyor. O dönemdeki yardımlaşma duygusunun güzel örneklerinden
biri olarak hatıralarımızdaki yerini koruyan sadaka taşına bir süre bakıyor ve
yürüyorum. Külliyedeki türbelerin en büyüğü ve en eskisi
olan 2. Murad Türbesi caminin görkemli girişinin hemen
karşısındadır. 1451’de Edirne’de
hayatını kaybeden sûfi bir Sultan olan 2. Murat, 1443’te kaybettiği büyük oğlu
Alaaddin’in yakınına gömülmek istediği için cenazesi Bursa’ya getirilmiş ve
küçük oğlu Fatih Sultan Mehmet tarafından yaptırılan bu türbeye gömülmüştür.
Türbenin kubbesi, 2. Murat’ın vasiyeti gereği mezarın yağmur sularıyla ıslanması
ve ay ışığını görmesi için vasiyetine uygun olarak hazırlanmış, gökyüzüne açık
olarak yapılmıştır. Bir de dikkatimi çeken mermerden yapılmış mezarın içinin
toprakla dolu olması. İşin aslı hoşuma da gitti hani. Yer ile yeksan olmak,
bütün dünyalıkların anlamsızlığı, esas olanın toprakla başlayacağı gibi
düşünceler bir süre beni meşgul etti, düşündüm… Zaten gezmekten maksat ibret
almak değil midir? Diğer
türbelerin çoğu Fatih ve 2. Bayezıd
devirlerine aittir. Fatih Sultan
Mehmet’in annesi Hüma Hatun, ebesi Ebe Hatun, ilk eşi Mükrime Hatun Türbeleri
Muradiye Külliyesi’nde yer alan diğer türbelerden bazıları. Türbeleri
gezdikten sonra arka kısımda kalan mezarlığa göz atmanızda faydalar var. Burada
Osmanlı mezar taşarlı sanatını görebilirsiniz. mezar taşları açık müzesini gibi karşınızda duruyor olması
faniliğinizi bir kez daha anlamanız için yeterli oluyor. Muradiye
Medresesi,
Bursa’daki en güzel medrese olarak bilinir.
Bir avlu etrafında sıralanan 16 küçük odadan oluşmuştur. 1951 yılında
restore edilerek günümüzde kullanılıyor olması tarihle günümüzün mezcedilmesi
açısından fevkalade önemlidir. Keşke bütün tarihi yapılar aslına uygun
güçlendirmelerle günümüzde de kullanılıyor olsa diye düşünmeden edemiyorum. Bu mekânların
soğuk bir şekilde kullanımdan uzaklaştırılması haksızlık yaptığımız düşüncesini
de beraberinde getiriyor. Muradiye
caminden diğerlerinde olan havuzunun olmadığını öğrenerek çıkıyorum. Yıllanmış ağaçların
arasına gizlenmiş camiye bir kez daha bakıp bizi bekleyen otobüse doğru
yürüyorum. Otobüsten Tophane Parkının önünde indiğimde, yazarlık
damarım kabardı. İçimden buradan şöyle güzel Bursa’yı seyrederken tarihin derinliklerine
Orhan Gaziye, Osman Gaziye içsel yolculuklarla büyük çınarların koyu gölgesinde
ya da 1906 yılında yapılmış 6
katlı Bursa Saat Kulesinin dönen
gölgesinde çayımı yudumlarken bir roman yazsam, düşüncesi içimden geçiverdi. Mekân
uygundu. Parka girişin solunda Osman Gazi, sağında Orhan Gazi türbeleri
tarihteki haşmetine inat sade ve alıcı bir şekilde duruyor. Saat kulesi
Bursa’ya tepeden bakıyor, ramazanda toplar buradan iftar müjdesi atıyor… Daha
ne ister insan? Bir de Bursa’yı seyretmek, dürbünle bakmak, panoramik görüntüsünü hayran hayran izlemek
romanım açısından herhalde ilham kaynağı olurdu.
Rehberin haydin gidiyoruz sözüyle kendime geldiğimde başka bir tarih
senedine doğru yola çıkıyoruz. Kim bilir bir gün buraya gelir günlerce kalır
bir roman yazarım.
Osman Gazi Türbesi, Bursa Tophane semtinde, Park girişinin solunda,
Şehitlik Anıtının yanında tarihi bir vesika gibi duruyor. Osman Gazi Söğüt’te
öldüğü zaman babası Ertuğrul Gazi’nin türbesine gömülmüştür. Bursa’nın
Türklerin eline geçişinden sonra cesedi Bursa’ya getirilerek Bizans dönemine
ait Saint Elia (Gümüşlü Kümbet) Kilisesine gömülmüştür. 1863’de bugünkü türbeyi
Sultan Abdülaziz yeniden yaptırmıştır. Sekizgen planlı, kalın duvarlı türbenin
üzeri kubbe ile örtülüdür.
Orhan
Gazi Türbesi Tophane Parkı girişinin sağında,
Osman Gazi Türbesi’nin karşısındadır. Bizans döneminde tarihlenen Saint Elie
Kilisesi kalıntısı üzerine yapılmıştır. Osman Gazi türbesi ile kare planlı Orhan
Gazi türbesi aynı çatı altında iken 1855 depreminde yıkılmış, 1863’de Sultan Abdülaziz
tarafından yenilenmiştir. Pınarbaşı parkında
sıcaktan yorgun düşmüş vücutlarımızı dinlendiriyor ve soluklanıyoruz. Soluma
bakıyorum bir mezarlık, ağaçlar içinde yeşil cennetini andırıyor sanki.
Buradaki suyun çok güzel olduğu uyarısıyla defalarca çeşmeden su içiyorum, kana
kana, doya doya… Bunaltıcı
sıcağını azaltmak için oturduğumuz bu parkta Bursalı bazı arkadaşlarla konuşma imkânı
buldum. Bunlardan birisi rehberliğimizi de yapan İlhami Gözgeç beydi. Bursa’yı
güzel anlatabilmek için büyük bir gayret gösterdi. Bursa’nın kültürünün
derinliklerinden bahsetti. Bursa’nın güzelliklerini anlatmaya çalıştı. İnanç
Dolaştırlı beyi de Bursa konusunda inanmış gördüm. Onun derdi de Bursa’yı
anlatmak, tanıtmak. Etrafıma
bakınıyorum çamlar çınarlar palmiyeler var. Ağaçlar sadece bundan ibaret değil
elbette. Erguvanlar, dut ağaçları… Kendisine
sorduğum Bursa ile ilgili üç şey dediğimde: Tarihi doku, yemek kültürü, ipek
yolu ticaret, dedi. Hemen
yanımdaki Bursalı bir çocuğa aynı soruyu yönelttiğimde: Uludağ, botanik parkı
ve Cumalıkızık’taki orta boy erikler, dedi. Bana
göre Bursa’yı anlatacak üç kelimeyi yazımın sonunda yazacağım. Bu
parkta aperatif olarak öğle yemeklerimizi yedikten sonra bir başka tarih senedi
için otobüsümüzdeki yerimizi alıyoruz. Modern
şehir görüntüsü eşliğinde Yıldırım ilçe sınırları içinde olan Emir Sultan’a doğru hareket ediyoruz. Emir Sultan Külliyesi, Bursa'nın
simgelerinden ve inanç turizmi açısından şehrin en önemli ziyaret
noktalarından biri. Düğünlerde ve sünnetlerde Bursalıların gelip dua
ettiği bir yer. Emir Sultan'ın eşi Hundi
Hatun tarafından 1. Murat devrinde yaptırılan külliyede cami, Emir
Sultan'ın türbesi ve hamam yer alır. Hundi Hatun'un yaptırdığı türbeden günümüze bir şey kalmamış, şimdiki
türbe Sultan Abdülaziz tarafından 1868 yılında yaptırılmış. Emir Sultan
türbesinde Emir Sultan, eşi Hundi Hatun, iki kızı ve oğlu Emir Ali yatar. Emir Sultan, Osmanlı Devleti kuruluş döneminin (1. Beyazıt,
Çelebi Mehmet, 2. Murat dönemlerinde yaşadı) ünlü din adamı Seyid Emir
Buhari'dir. Din âlimliğinin yanında devlet adamlığı ve asker yetiştirmedeki
özelliklerini de atlamamak gerekir. Buhara doğumlu Emir Sultan, öğrenim görmek için Mekke'ye gitmeyi planlarken gördüğü
bir rüya üzerine Anadolu'ya doğru yola çıkmış ve Bursa’ya yerleşmiş.
Padişahların sefere çıkmadan önce ziyaret edip duasını aldıkları, Yıldırım ve
2. Murat'a kılıç kuşatan çok saygın bir insandı. Emir Sultan, Anadolu'nun
Müslümanlaşmasında etkili olmuştur. Müritleriyle birlikte
1422'deki İstanbul kuşatmasına da katılmıştır. Cami avlusundaki havuz ve güvercinleriyle unutulmayacak olan Emirsultan
Bursa’da mutlak görülmesi gereken yerler arasındaki yerini sağlam tutuyor. Öğle
namazını Emirsulatn’da kıldıktan sonra yola düşüyoruz, hedefimizde çok önemli
bir tarih köşesi var: Bursa Yeşil
Cami. Uğrak
yerimiz daha önceden defalarca methini duyduğum Yeşil Camii. 1419-1420’de Çelebi Sultan Mehmet tarafından
yaptırılan caminin süslemeleri, 1424’de II. Murat dönemine ait. Süslemede
kullanılan yeşil firuze ve çinilerden dolayı Yeşil Cami olarak tanınan caminin
mimarı Hacı İvaz Paşa’dır. Planı
ters T şeklinde, iç kısmı sekiz bölüme ayrılmıştır. Mihrabın bulunduğu kubbeli
kıble eyvanıyla yan eyvanlar, ortadaki üzeri kubbeli esas mekâna açılır. Esas
mekânın ortasında bir şadırvan yer alır; bunun üzerinde kubbede aydınlık feneri
bulunmaktadır. Üst katta ortada hünkâr mahfili, bunun iki tarafında saray
daireleri, alt katta Osmanlı yöneticilerine ait mahfiller vardır. Caminin bütün
duvarları üç metre yüksekliğine kadar koyu yeşil, açık ve koyu mavi çinilerle
kaplıdır. Büyük mihrabı baştan başa çinilerle örtülüdür. Caminin
yarım kaldığı kulaktan kulağa duyulmasına rağmen bunu yanlış olduğu iddiaları da
mevcut. Ama ben sanki yarım bırakılmış hissiyle doluyorum. Son cemaat
mahallinin yok oluşu, pencere kenarlarındaki süslemelerin yarım kalışı bu
hissimi güçlendiren unsurlardan. Yeşil cami gerçekten görülmeye değer bir eser.
Yeşil kubbenin tamiratta olması sebebiyle giremiyor, sadece dışından bakıp
geçiyoruz. Bu
kadar yorgunluğun ancak parkta dinlenerek geçirileceği düşüncesiyle hayvanat bahçesi ve botanik parkını da dolaşıyoruz.
Dinleniyoruz bir süre. Boş zamanı çok olanlar için gezilebilir özelliği olan bu
mekânlar için kısıtlı zamanı ayırmak gereksiz diye düşünüyorum. Ama yorgunluk,
stresten uzaklaşmak, dinlenmek için gidilebilir. Ve
günün son mekânı herkesin beklediği Ulucami. Kapalı
çarşıdan geçip yukarı doğru ilerlerken şehrin canlılığına şahit oluyorum. Kapalı
çarşının ara sokakları tıklım tıklım insan dolu. İlginç, hoş mekanlar buralar.
Alışveriş için vakit bulanlara tavsiye ederim. Hem değişik, hem bir çok şeye
ulaşma imkânı var. Ulucami’nin
minaresini görünce adımlarımı sıklaştırıp bir an önce camiyi görmek istiyorum. Caminin
önüne geldiğimde irkiliyorum. Evliya Çelebi’nin ifadesi ile Bursa’nın Ayosofayası’nın önünde inanılmaz duygular yaşıyorum. Muhteşem
bir görüntü, azametli bir yapı. Belki de Bursa da beni etkileyen en önemli
yerdi Ulucami. Aklıma Şam’da gördüğüm Emevi cami geldi. Her nedense orayı
hatırlattı bana, belki de buna sebep Ulucam’inin ihtişamıydı. Merdivenlerden
çocuklarımla birlikte çıkarken heyecan duyduğumu itiraf etmeliyim. Ortasındaki
havuz çok çekici. Havuzla ilgili hikayeye yer vermeyeceğim, yalnız güzelliğini
ferah bir iç mekanın varlığını tekrar etmek görevim sanırım. İkindi namazı
kılıyoruz, oturup dinleniyoruz. Havuzun
yanı başında otururken önceden haberleştiğimiz dostum şair Cevat Akkanat Bey
geldi. Birlikte çıktık Ulucami’den. Ulucami’nin hemen önündeki Emirhan’a gittik.
Ihlamur ağaçlarının altında çayımızı yudumlarken biraz edebiyat biraz Bursa sohbeti
yaptık. Birlikte Kozahan’ı gezdik. Kozahan, Bursa şehir merkezinde Orhan
Cami ile Ulucami arasındaki alanda yer alan muhteşem görünüşlü bir han. İpek
böceği kozaları yakın zamanlara kadar burada satın alındığı için Kozahan
adını almış. Tarihte, İpekyolu’nun Anadolu’daki en önemli duraklarından birisi
olmuş; çarşıda halen
ipek ticareti yapılıyor. Dikdörtgen bir
avlunun çevresinde yer alan iki katlı
bir yapı olan Kozahan’ın 95 odası var. Hanın içinde geniş bir avlu, avlunun tam
ortasında ayaklar üzerinde duran küçük bir mescit altında da bir şadırvan bulunur. İnsanların bu avluda oturup çınar gölgesinde
çay-kahve içtiklerini, sohbet ettiklerini söylemem güzelliğini anlatmak için
yeter sanırım. Cevat
beyle ayrıldıktan sonra akşam namazını kılmak için Ulucami’nin yolunu tuttum. Ulu Camii, Osmanlı Devleti’nin dördüncü hükümdarı Yıldırım
Bayezıd tarafından mimar Ali Neccar'a
1396-1399 yılları arasında yaptırılmış. Caminin iki minaresi var. Kuzeybatı köşede yer alan minare cami ile
birlikte Yıldırım Bayezıd döneminde inşa edilmiş; kuzeydoğudaki daha sonra
yaptırılmış. 2215 metrekare alan kaplayan Ulu Cami, her biri dörder kubbeli 5
bölümden oluşur. Hemen hemen eşit büyüklükteki 20 kubbesinin ortasındaki kubbe açık olarak
yapılmıştır. Telle örtülü bu orta kubbeden giren yağmur damlaları havuzda
toplanır, ışık ise camiyi aydınlatırdı. Günümüzde kubbe camekanla kaplı
olduğunda yağmur suyu toplama işlevi yok olmuş ama aydınlatma görevi devam
etmektedir. Ortadaki kubbenin altında havuzlu, 18 köşeli bir şadırvan bulunur. İçindeki şadırvan ve duvarlarında
yer alan dev boyutlardaki yazılar,
Ulucami’nin kendine özgü özellikleridir. Namaz kılma alanı bakımından Türk
tarihinde yapılan en büyük camidir.
Yapılmasını teklif eden Emir Sultan; ilk namazı kıldıran Somuncu Baba; ilk
cemaati Emir Sultan, Molla Fenârî, Yıldırım; ilk imamı Süleyman Çelebi;
müezzinlerinden birisi Üftade’dir. Mevlit yazarı Süleyman Çelebi ömrü boyunca Ulucami’de imamlık yapmıştır. Birinci gün gezimiz Ulucami de son buldu. Dinlenmek üzere bizi misafir eden
İnegöl İlim Yayma Cemiyeti yurduna döndük. İkinci gün daha az yoğunlukta bir planla otobüsümüzdeki yerimizi aldık. İlk
yer Cumalıkızık. Cumalıkızık Köyü,
Bursa’nın 10 km. doğusunda, Uludağ’ın eteklerinde 700 yıl önce kurulmuş bir Osmanlı
Vakıf Köyüdür. Evler genelde 3 katlı. Mahremiyeti korumak için evlerin dışarıdan
içi görülmeyecek şekilde inşa edilmiş; pencereler kafesli ve cumbalı. Evlerin
çoğunun iki kanatlı ceviz kapıları
var. “Kınalı Kar” adlı dizinin
köyde çekilmesi, Cumalıkızık'ın tanınmasında büyük rol oynamış. Köyde en son “Yeşeren Düşler” adlı dizi çekilmiş. Köy meydanından taş döşeli yoldan ilerliyoruz. Köylüler artık işletmeci
olmuş. Gelen turistlere turistik eşyalar, el işlerini köy girişinde sağlı sollu
meydan boyu uzanarak satıyorlar. Satıcılar böğürtlen ve dut satmak için yarış
halindeler. Gözleme satan, köy kahvaltısı hizmeti sunan bir çok köy işletmesi
var. Bu taşlı yollar kızımın çok hoşuna gitti. Oğlum da böğürtlenleri çok sevdi. Çınarlar
altında çay içmek, yüzyılların izini taşıyan bu dar sokaklarda yürümek, köy
çocuklarıyla sohbet etmek, köylülerin hayatlarıyla ilgili konuşmak farklı bir
tat veriyor insana. Hedefimiz artık yukarılar yani Uludağ. Otobüsümüz bir yılan gibi kıvrılan
yollarda giderken Osmanlı Devleti'nin ilk köylerinden olan İnkaya Köyü’nde durup tarihi çınar dedikleri yere
doğru yürüdük. İnkaya Çınarı, Türkiye'nin en yaşlı çınarı olarak biliniyor. 35 metre boyu
9.2 metre çevresi vardır. Her bir dalı 3-4 metre kalınlığında bir ağaç
büyüklüğündedir. 610 yaşındadır. Namını duyduğumuz çınarın altına geldiğimizde ağacın büyüklüğü ile ürperiyorsunuz
adeta. Ama birden canım sıkılıyor. Artık her şey işletmeciliğe dönmüş. Tabi
çınar gölgesinde çocuklarımla beklemek, oturmak imkanını bile vermiyorlar.
Lokanta olmuş oraları hep. Masalarda insanlar yemek yiyor. Yani yemek yemeden
ağaca yakın olmak uzun süreli mümkün görünmüyor. Bu hoş bir durum değil. Bir
kısmı işletme olarak kullanılabilir belki ama bunca insan oraya uğrayınca
keyfince gönlünce oturup zaman geçireceği imkâna da sahip olmalı diye
düşünüyorum. Orada fazla durmuyorum. Camiye doğru yürüyorum. Caminin önünde
oturan bir amca ile konuşuyorum. Amca belediyenin caminin önüne kahve yaptığını
anlatıyor. Dedikleri tamamen doğru. Bir huzur mekanı olmaya aday yeşil alanın
kahve yapılması kadar anlamsızlıklar köyde devam ediyor. Osmanlının ilk kurduğu
köylerden olan İnkaya’ ya gerekirse devletin tarihe saygı adına sahip çıkıp
tabi güzelliklerin çarçur edilmesine, herkesin kafasına göre sahiplenmesine
engel olması beklenir. Millete mal olmuş yerler, milletin hizmetinde olmalıdır
muhakkak. Osmanlı hatırasının para hırsı ve ekonomiye kurban edilmesinin önüne
geçilmelidir. Bu karmaşık düşüncelerle otobüs har tarafı yeşil denizi olan dağ yolunda
eğri büğrü asfalt yoldan devam etti. Yükseklik arttıkça ağaçların çeşitleri de
değişti. Çamlar, meşe, kestane ve diğerleri… yeşil yeşil yeşil… Arada bir dağların içinde ormanların arasında boy gösteren villalara
rastlamanız mümkün. Bu yapıların çoğalması endişesinden uzak kalamıyorum her
nedense. Uludağ milli park alnını geçip
zirveye doğru yolumuza devam ettik. Teleferiğe binme isteğimizi uzun süre
bekleme gerçeği yok edince, gittiğimiz otobüsle geriye dönmek zorunda kaldık. Artık
gezinin sonuna geldiğimizi ve Osmanlı başkenti Bursa’dan Selçuklu başkenti
Konya’ya yolculuğun gece boyu süreceğini ifade ederken Bursa’yı anlatacak
kelimelere geldi sıra: Osmanlı,
Uludağ, Ulucami, kestane şekeri, İskender… İlave: 1-Yol arkadaşlarım, iki günlük gezimizde çok uyumluydular. Gezinin
organizasyonunda ve benim geziye katılmama sebep olan beyefendi kişiliği ile
tanıdığım Yunus Koç’a ve onun hanımefendi eşi Ayşe Koç’a çok teşekkür ediyorum.
Gerçekten güzel bir gezi oldu. Güzellikteki en büyük pay Koç ailesine ait
olduğunu da vurgulamak istedim. 2-Gezi esnasında tanıdığım insanlardan dikkatimi çeken bir başka aile de Biçer
ailesinin dört kardeşiydi. İslam hukuku doktora öğrencisi Ayşe Biçer (abla) ve
üç kardeşi gezi boyunca örnek bir birliktelik yansıttılar. Ömür Boyu bu güzelliklerinin
bozulmamasını dilerim… 3-Hasan Bey ve çok şeker kızı Zehra, otobüsün maskotu Zeynep Bebeği ve
diğerlerini de burada anmak istiyorum. 4-İki gün bizleri barındıran İnegöl İlim Yayma Cemiyeti Yurdu yetkililerine
teşekkür. 5-Bize otobüs tahsis eden Osmangazi Belediyesine ve rehber İlhami Gözgeç’e
teşekkür. 6-Kestane Şekeri, Bursa deyince ilk gelen tatlardandır. Bursa’da kestane
şekerinin ünlenmesinin nedeni Bursa’nın kestanelerinin iri olmasıymış. Akdeniz
ve Avrupa ülkelerine özgü bir tat olan kestane şekerini Bursa’ya
Yugoslavya-Manastır doğumlu Ali Şakir
getirmiş. Günümüzde Bursa, kestane şekeri ihraç eden bir merkez
olmuştur. Bursa’da kestane şekeri tattık. Yalnız ucuz sayılmayacak kadar
da pahalı. 25 TL den 50 TL’yekadar fiyat görünce şaşırdım. O şaşkınlıkla da hediye
olarak kestane şekeri alma imkânım olmadı. Duran Çetin |
Yorumlar |
Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |
Yazarın diğer yazıları |
Güzel Okuldan Güzel İnsanlar Yetişti 1 - 10/08/2024 |
Çocukken ayrıldım köyümden. Daha yaşım 1o bile olmamıştı. |
KELAMDAN KALBE - 31/01/2024 |
Susmak... |
ELVEDA HAYAT - 23/01/2024 |
Bir dedem vardı hayat dolu, öldü... |
DİZİ OYUNCUSU GİBİ - 23/09/2023 |
Hesabını veremeyeceğimiz bir hayat yüktür. |
NEDEN DİYE SORMAK GEREKİR - 11/09/2023 |
Neden? Bunca yolsuzluk neden? Dönen dalavereler neden? |
FİRENİ PATLAMIŞ GENÇLİK - 29/08/2023 |
Lise eğitimi zorunlu hale getirildikten sonra iş çığırından çıkmış halde freni patlamış bir gençlik yetiştirmeye devam ediyor. |
ETON KOLEJİ - 24/08/2023 |
Bir okul düşünün, ülke yönetimine gelenlerin çoğu orada yetişsin. Ülke entelektüellerinin tamamına yakını oradan mezun olsun. Sanatçılar, yazarlar, kültür adamları, bürokratlar… |
PATATES KRİZİ - 03/08/2023 |
İlk insan ilk peygamber Hz. Âdem ve oğulları |
MÜSRİF ADAM - 31/07/2023 |
Giysilerin en güzeli olan takva elbisesidir. İnsanın süsüdür, gönlünün aydınlığıdır… |
Devamı |