• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
  • https://www.facebook.com/profile.php?id=666228323
  • https://twitter.com/durancetin
Site İçeriği

Kültür Dünyamız videoları
Duran Çetin
durancetin@hotmail.com
Mardin Gezi Yazısı
20/12/2025

Mardin

Midyat’ın o sarı sıcak, dantel gibi işlenmiş taş konaklarına veda edip, direksiyonumuzu uçsuz bucaksız Mezopotamya ovasının kenarından süzülen yola kırıyoruz. Midyat’tan Mardin’e giden yol, sadece asfalt bir şerit değil; sanki zamanın içinden geçen bir koridor. Sağımızda ve solumuzda uzanan o kadim ova, binlerce yıl boyunca kaç medeniyete beşiklik ettiğini fısıldıyor tekerleklerin sesine. Ve nihayet, o geniş düzlüğün bittiği yerde, bir dağın yamacına, bir kartal yuvası gibi tünemiş o efsanevi silüet beliriyor: Mardin.

Mardin’e yaklaşırken gördüğünüz manzara karşısında frene basıp sadece izlemek istersiniz. Çünkü karşınızdaki bir şehir değil dağın bağrına oyulmuş devasa bir taş anıttır. "Gündüz seyranlık, gece gerdanlık" denilen bu masal şehrine, tekerleklerimiz değdiği an, bambaşka bir aleme kapı aralıyoruz.

Taşın Destanı Mardin

Midyat’ın zarif ve süslü görüntüsünden sonra Mardin, bizi daha mağrur, daha heybetli ve baş döndürücü bir vakarla karşılıyor. Arabamızı Eski Mardin’in girişine bırakıp, tarihin kalbine doğru yürümeye başlıyoruz. Çünkü bu şehir adımların ve yüreklerin şehridir.

Mardin’in ana caddesine adım attığınızda, başınızı ne yana çevireceğinizi şaşırırsınız. Bir yanınızda dağın dik yamacına yaslanmış, birbirinin manzarasını asla kapatmayan, saygı ve zarafet timsali taş evler; diğer yanınızda ise denizi olmayan bir okyanus gibi uzanan Mezopotamya Ovası...

Abbaraların Gizemli Dünyası

Mardin sokakları düz bir çizgide ilerlemez; sizi alır, kıvrıla kıvrıla kendi gizemli dünyasına çeker. Bu sokakların en karakteristik imzası ise Abbaralardır. Evlerin altından geçen bu tünel-geçitler, sadece bir mimari çözüm değil, ışıkla gölgenin dans ettiği sahnelerdir. Kavurucu güneşten kaçıp bir abbaranın serinliğine sığındığınızda, yüzyıllar önce buradan geçen dervişlerin, tüccarların ve askerlerin ayak seslerini duyarsınız sanki.

Her sokak bir sürprize gebedir. Bir köşeyi dönersiniz, burnunuza keskin bir sabun kokusu çalınır; Bıttım ve Menengiç sabunları... Diğer köşeyi dönersiniz bakırcıların çekiç sesleri, Süryani ustaların gümüşe vurduğu tıkırtılara karışır.

Mardin Ulu Cami

Mardin’e hangi yönden yaklaşırsanız yaklaşın, şehrin tam kalbine tepeye tutunmuş bir kartal gibi yerleşen Ulu Cami sizi o asil vakarla çağırır. 12. yüzyıldan beri aynı sessizlikle "Ben buradayım!" der. Günün her saati güneşin açısına göre bambaşka bir renge bürünen bu yapıya ulaşmak için dar sokaklardan yukarı tırmanırsınız.

Yorgunluğunuzun zirveye ulaştığı anda, bir dönemeçten sonra avlu tüm ihtişamıyla önünüzde belirir. Asırlık bir çınar, gölgesinde serinleyen bir şadırvan ve taş duvarlarda yankılanan suyun sesi... Sanki cami, kendi kendine zikretmektedir. Kapıdan içeri adım atıldığında dış dünyanın gürültüsü biter; geriye sadece taşların fısıldadığı derin bir huzur kalır.

Başınızı kaldırdığınızda, Artuklu ustalarının ellerinden çıkma o eşsiz taş işlemelerle karşılaşırsınız. Kubbenin petek süslemeleri, mihrabın etrafındaki ince ince oyulmuş ayetler; her biri bir nakış, bir duadır. Dantel gibi işlenmiş mihraba yaklaşır saygıyla bakarsınız. İçerideki birkaç kişinin sessizliğinde, Allah'ın (cc) huzurunda huzuru soluklar, caminin manevi atmosferiyle dinlenirsiniz.

O an anlarsınız: Ulu Cami sadece bir cami değil, Mardin'in taş olmuş kalbidir; taş olmuş tarih, taş olmuş medeniyettir. Şehrin silüetine baktığınızda, İslam sancağını dalgalandıran o dilimli kubbesi ve minaresi gökyüzüne "Allah (cc) birdir" diye haykırırken, biraz ötede yükselen çan kulelerini kucaklar. Bu şehirde taş, sadece bir bina malzemesi değil; inancın, hoşgörünün ve birlikte yaşama kültürünün sertleşmiş halidir. Zira Ulu Cami, sadece Mardin’e değil, gelen her kalbe bin yıllık bir hoş geldin ile bakmaktadır.

Sarı Taşın Fısıltısı

Ulu Cami’nin manevi coşkusundan ayrılıp ara sokaklara daldığınızda, Mardin’in asıl mimari sırrı ortaya çıkar: Mezopotamya Ovası’na nazır duran, o meşhur evler. Şehir, adeta bir merdivenin basamakları gibi, hiçbir evin diğerinin manzarasını kesmeyeceği şekilde, yamaç boyunca sıralanmıştır. Bu evler, yöreye has, kolay işlenen ancak zamanla sertleşen sarı kalker taşından inşa edilmiştir.

Bu mimari yaklaşım sadece estetik değil, aynı zamanda iklimsel bir çözümdür. Evler, dışarıya karşı nispeten kapalı, kalın taş duvarlara sahiptir; bu sayede yaz sıcağı dışarıda tutulur ve kışın sıcaklık korunur. Evlerin kalbi olan geniş iç avlular (hayat) ise serinliğin ve mahremiyetin kaynağıdır.

Dışarıdan sade görünen bu yapıların iç dünyası, ince bir zanaatın izlerini taşır. İç mekânlardaki tonozlu odalar, kemerler ve taş üzerine nakşedilmiş zarif motifler, Artuklu geleneğinin süregelen bir sanat eseri olduğunu gösterir. Düz damlar ise yaz akşamlarında gökyüzüne açılan komşuluk ve sohbetle şenlenen birer teras görevi görür. Mardin’de taş, sadece bir malzeme değil; coğrafyayı, iklimi ve kültürü özetleyen, yaşayan bir sanattır.

Taş Dükkanlar

Ulu Cami’nin manevi sükûnetinden ayrılırken, hemen yanı başımızdan başlayıp şehrin labirentine dalan o meşhur dar sokaklar bizi içine çeker. Bu sokaklar, sadece geçit değil; yaşamın nabzının attığı, taşın oyularak dükkâna dönüştürüldüğü gizli dehlizlerdir.

Penceresiz bu taş dükkânlar, yüzlerce yıllık ticari sırrı muhafaza eder gibidir. Mardin’in kendine has sarı kalker taşı, burada sadece bir duvar değil, tezgâhın kendisi, vitrinin zemini olmuştur. Kimi dükkândan karanlık ve topraksı menengiç kahvesinin kokusu yayılırken, kimi bir baharatçıdan safran ve sumak aroması sızar.

Bu sokakların en çarpıcı köşeleri ise telkari ustalarının atölyeleridir. Minik taş kapıların ardında, gümüş; incecik teller halinde çekilir, burulur ve sabırla işlenerek sanata dönüşür. Buradaki ticaret gürültücü değil; fısıltılı, saygılı ve sabırlıdır. Her an bir abbaranın (tonozlu geçit) gölgesine gizlenerek yolcuyu şaşırtan bu sokaklar, bizi tarihin kuytularında tutmaya kararlı gibidir.

Sükûnetten Meydanın Kalabalığına

Bir Abbara’nın serin karanlığından sıyrılıp aniden şehrin ana atardamarı olan 1. Cadde’ye (Cumhuriyet Caddesi) çıktığımızda, manzara ve atmosfer kökten değişir. Göz hizamızdaki yüksek taş duvarlar ve dar gökyüzü şeridi geride kalır; sol yanımızda Mezopotamya Ovası'nın nefes kesen, uçsuz bucaksız manzarası belirmiştir.

Bu cadde, dar sokakların o sessiz ve içe dönük ticaretine tamamen zıt olarak, hayatın daha hızlı aktığı bir yerdir. Modern yaşamın gereklilikleri ile tarihi dokunun zarafetinin yan yana yürüdüğü bu cadde, Mardin’in hem geçmişini hem de bugününü taşıyan ana omurgadır.

Yol boyunca sıralanan taş binalar, hâlâ o eşsiz mimari zarafeti taşır, ancak burada daha aydınlık, daha meydan okuyucu bir duruş sergilerler.

Cadde, bizi kaçınılmaz olarak şehrin en hareketli ve kamusal noktasına, Mardin Meydanı'na doğru taşır. Meydan, tüm bu tarih katmanlarının, kültürel farklılıkların ve insan hikâyelerinin buluşma noktasıdır. Bir yanda gökyüzüne uzanan minareler ve kilise çan kuleleri, diğer yanda günümüzün karmaşası... Bu meydan, Mardin'in kalbinin hem geçmişte hem de şimdi attığı, tüm yolların kesiştiği canlı bir final sahnesidir.

Akşama Doğru Bir Şölen

Mardin’in daracık taş sokaklarında saatlerce dolaşınca insanın midesi kendi kendine “Dur!” diyor. O kadar çok koku, o kadar çok renk var ki açlık bile tatlı geliyor. Şehrin mutfağı, Arapların baharat zenginliğini, Türklerin et kültürünü ve Süryanilerin kadim tariflerini aynı tencerede eriterek insanı çağırıyor.

İkindi sonrası “Nereye oturalım?” diye sorarken Revan restorana karar verdik. Taş merdivenleri indik bir bir. Avludan içeri adım atar atmaz kendimizi başka bir çağda sandık: Kemerli taş duvarlar, duvar kenarlarında antika sayılabilecek eski eşyalar… Otantik bir yer.

Garsona “Bize Mardin’i yedir.” dedim sadece. Gülümsedi, size Mardin tabağı öneririm dedi.

Kısa süre sonra önümüze gelen tek bir tabak, bütün şehri özetliyordu: Ortada pirinç pilavı üstü yumuşacık kavurma, etrafında sıralanmış zengin bir ordu:

  • İrok (içli köfte) o kadar ince ki ışığı görüyorsun,
  • İkbebet (kapalı lahmacun) çıtır mı çıtır,
  • Sembusek üçgenleri yağ içinde yüzüyor,
  • Mardin kebabı baharatıyla insanı diz çöktürüyor,
  • Minik etli ekmekler (Konya etli ekmeğinden tamamen farklı).

Her lokma başka bir hikâye anlatıyordu. Bir ısırıkta Süryani babaannenin tarifi, bir ısırıkta Arap pazarının kokusu, bir ısırıkta Türk ocakbaşının ateşi… Yanında bakır maşrapada soğuk ayran.

Çıktığımızda yorgunluğu atmış ve dinlenmiştik. Yetkili bana yemekleri nasıl bulduğumu sordu. Benim için favori tartışmasız mardin kebabıydı. En az onun kadar güzel bulduğum irok adını verdikleri içli köfte de kayda değerdi. Diğerleri de iyiydi ama bu ikisini en başa yazdım. Yemeğin verdiği rahatlık ile hesabı ödeyip çıktık. Mardin’de yemek yemek böyle bir şeymiş: Bir tabakta üç bin yıllık bir medeniyetin birikimini yemek ve sonra da sessizce “Elhamdülillah” deyip şükretmek...

Mezopotamya Denizi

Ve güneş batınca yavaş yavaş ışıklarını yakar. İşte o an, o meşhur sözün ne anlama geldiğini iliklerinize kadar hissedersiniz: "Gece Gerdanlık." Dağın yamacına dizilmiş taş evlerin ışıkları yandığında, Mardin, karanlık bir boşluğun (ovanın) üzerinde asılı duran paha biçilemez bir altın gerdanlığa dönüştüğünü rahatlıkla hayal edebilirsiniz. Bu hayallerle arabamıza dönüp bu şehirden ayrılmak zor geliyor. Çünkü Mardin sadece görülen değil, hissedilen, koklanan ve ruha kazınan bir şehirdir. Dikiz aynasında uzaklaşan o taş evlere bakarken "Elveda" denmez Mardin’e; ancak "Yine geleceğim, bekle beni Mezopotamya'nın kartalı" denir. Bekle beni inşallah yeniden yeni yerleri görmeye geleceğim…



70 kez okundu. Yazarlar

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın

Yazarın diğer yazıları

Midyat Gezi Yasızı - 13/12/2025
Burası alelade bir yer değil; sanki usta bir heykeltıraşın elinden çıkmış devasa bir sanat eseri, bir açık hava müzesi.
DİYARBAKIR EĞİL GEZİ YAZISI - 05/12/2025
Karşımızdaki alelade bir su değil; insanlık tarihinin başladığı, medeniyetlerin beşiği Mezopotamya’nın çorak topraklarına can suyu taşıyan kadim bir bereket kaynağı.
Sessizliğin Kucağındaki Tarih: Kocaköy - 27/11/2025
Yolumuz bu kez Diyarbakır’ın kadim topraklarında, gürültüden ve karmaşadan uzak, kendi içine kapanmış mahcup bir güzelliği barındıran Kocaköy’e düşüyor. Şehrin kalabalığını arkamızda bırakıp ilçeye doğru yaklaştığımızda, bizi ilk karşılayan şey derin
DİYARBAKIR GEZİ YAZISI - 23/11/2025
ğleden önce Dağkapı’dan içeri giriyorum. Güneşle parlayan Diyarbakır Surları’nın üzerinde yürümeye başlıyorum. Burası dünyanın uzunluğu ve korunmuşluğu bakımından ikinci büyük suru (Çin Seddi’nden sonra).
Güzel Okuldan Güzel İnsanlar Yetişti 1 - 10/08/2024
Çocukken ayrıldım köyümden. Daha yaşım 1o bile olmamıştı.
KELAMDAN KALBE - 31/01/2024
Susmak...
ELVEDA HAYAT - 23/01/2024
Bir dedem vardı hayat dolu, öldü...
DİZİ OYUNCUSU GİBİ - 23/09/2023
Hesabını veremeyeceğimiz bir hayat yüktür.
NEDEN DİYE SORMAK GEREKİR - 11/09/2023
Neden? Bunca yolsuzluk neden? Dönen dalavereler neden?
 Devamı
SÖYLEŞİ VE İMZA
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi3
Bugün Toplam38
Toplam Ziyaret398620