17/08/2011
Kafası çok karışıktı. Doluya koysa almıyor boşa koysa dolmuyordu. Darmadağınık bir düşüncenin esiri olmuştu. Kurtulmak istiyordu. Çıkar yol bulamayınca, kışın göz gözü görmez sisin içinde kalmış hissinin cenderesinde sıkıldıkça sıkılıyor, soğuk iliklerine işliyor gibi oluyordu.
Rüyalarındaki tam olarak belli olmayan görüntüler de kendine bir işaret vermiyordu. Ama mutlaka bir yerinden tutmalıydı. Bunca insan aç, sersefil, bunca insan aç; kültür ve irfan yoksunuyken hiçbir şey yokmuş gibi davranması, hayatın süslü yollarında koşması zoruna gidiyordu. Terbiye etmeliydi nefsini. Bununla kalmamalıydı başkalarını da düşünmeli, onlarla birlikte hayatın acı gerçeklerini tatmalıydı.
Elindeki parayı ne yapacağını, nasıl değerlendireceğini bir bilse; gerisi kolaydı. Ama olmuyordu işte.
-Bir kütüphane kurmalıyım, dedi çoğu kez. Herkes kitapları okur, bilgilerden yararlanır, doğruyu, güzeli bulmak için bilgi donanımını sağlar…
Bir Kuran Kursu yaptırmak fikri, hiç yabancı olmadığı düşüncesinin çağrışımıydı zaten… Belki de okul… Yok yok insanlar aç sersefil, yokluk ve kıtlık var, en iyisi onların karnını doyurmak…
Doyursaydı, elinden alan mı vardı sanki? Kütüphane kursaydı, ona kütüphane kurma diyen birileri hiç olmadı. Okul da öyle, Kuran Kursu da…
Günlerce bu karmaşık fikirlerin tutsağı olmuş gibi gezindi durdu.
-Kalk! dedi birisi. Ne yatıyorsun? Yatma zamanı değil şimdi.
Neye uğradığını şaşırdı. Gerçek gibiydi. Yok canım gerçek olamazdı. Kime neydi onun parasından? Parası, malı ve mülkü kime neydi ki…
Bir başkası mıydı, aynı ses miydi anlayamadı. “Parayla koyun al!” diyordu.
Etkileyiciydi, sarsıcıydı. İrkildi. Kendine geldiğinde sesin kendisini ne kadar etkilediğinin farkına vardı. Titriyordu. Bir süre derin nefesler aldı. Yatağının ucunda dizleri üzerinde olanları düşündü.
-Bana neler oluyor böyle? dedi kendi kendine. Sonra da kendini suçladı. Dünyalık peşine düşersen, yakalamak için koşarsan olacağı buydu, dedi. Kendi kendini teselli eden cümleler kurmada gecikmedi.
-Ama, dedi benim niyetim temizdi…
Bir süre sonra bunun kendisi için bir uyarı olduğunu düşündü.
Bütün parasına koyun almaya karar verdi.
-Belki, dedi uzun zamandır beklediğim yol bu, bana bir işaret…
Diyar diyar dolaşıp parasının son kuruşuna kadar koyun satın aldı. Aklına koyunların ölebileceği, kaybolabileceği, zarar edebileceği hiç gelmedi.
Bunca koyun için bir çoban lazımdı. Her yere, herkese haber bıraktı.
-Bana bir çoban lazım, koyunlara bakacak, onlara sahiplenecek…
Günler geçtikçe çoban bulma ümidi tükendi. Bu kocaman sürüyü otlatmak öyle kolay olamazdı. Kendi kendine seslendi:
-Senin neyine sürü oluşturmak. Gül gibi dünyan vardı. Şimdi çomak elinde düş yollarla, sür dağlara…
Evet artık bunca paranın sahibine düşmüştü çobanlık yapmak.
-Çobanlık, dedi birkaç kez.
Sürüyle birlikte dağlara çıktığında çoban olmanın ne demek olduğunu anladı. Orada anladı dağı taşı, kurdu kuşu, çiçek böceği, otu çöpü, samanı sapı… Bunlar neden vardı? Her şeyin derinliğinde bir fikrin, bir amacın, bir hedefin olduğunu anlaması uzun sürmedi. Düşündü ve insan olmanın ne demek olduğunun farkına vardı…
Güneş doğuyor yıldızlar batıyor, dünya dönüyor mevsimler bakıyor, gece gündüz birbirini tutmak için koşuyor…
Hüthüt kuşunun sıcakta yankılanan sesine ne diyeceksiniz? Belkıs’ın tahtının hasretiyle mi çınlıyor, anlayacaksınız. Ya akşam serinliğinde ötüşen çekirgelerin insanın yüreğine neler fısıldadığını, bu zamanda orada olmak ve anlayabilmek… Her şeyin görevini yerine getirebilmek için çabalayıp durmasının farkına varmak…Yalnız kalmak ve düşünmek, düşünebilmek… Kafasını meşgul eden dünyalıkların hepsinden uzakta, sakin bir kafayla varoluşu anlayabilmek…
Artık çobandı. Dağdaydı ve tefekkür halindeydi. Koyunların yürüyüşünden nelere ihtiyacı olabileceğini kestirmek gibi bir yeteneğini çabucak geliştiriverdi…
-Peygamberler gibi dedi, birkaç defa. Aklına Musa peygamber geldi. Çobanlık yapmış ve Hz Şuayb (as)'a hizmetçilik etmişti. Hz. İshak ve Hz. Yakup ( as) da sürülerin peşinden gitmişti… Evet önemliydi çobanlık yapmak/yapabilmek…
Yaşadığı hayata tam alışmışken bir gün biri çıkageldi. Kimdir, nedir, necidir? Kimsenin bilgi sahibi olmadığı biri, sürünün sahibi olan Yakup’u sordu. Bir akşam vaktinde Yakup’un evine gitti. Selam verdi. Destur istedi. Başıyla saygı gösterisinde bulundu.
-Çoban aradığını duydum, dedi.
Yakup çok şaşırdı. Artık ümidini çoktan kesmişti. Kendi sürüsüne çoban olmaya da karar vermişti.
-Uzun zaman önce çoban aradım. Bulamayınca kendim başladım…
-Yani bana ihtiyacın yok mu artık? Adam iri yarı yapısı, uzamış sakalı, başındaki sarık ile dikkat çekiyordu.
-Dur hele, dedi. Otur konuşalım. Sen misafirimsin. Ye, iç, dinlen sonra ne yapacağımızı düşünürüz. Adam söyleneni yaptı. Kendine gösterilen yerde dinlendi. Ertesi gün sabah ezanı okunurken ağılın kapısındaydı. Koyunlara bakıyordu sürekli sonra yıldızlara… Seherin serinliğiydi onu dışarı çıkaran. Yakup da dışarı çıkınca iki insan göz göze geldi. Hiç konuşmadılar. Sadece baktılar ve sustular. Sustular ve baktılar. Çoban olmak için gelen adamın gözlerinde bir derinlik vardı. Çok ilginçti. Yakup adamın gözlerinde kayboldu gitti. Başka bir âlemdeydi sanki. Konuşursa; içinde bulunduğu büyülü halin yok olacağından korktu ve sustu.
Nice bir zaman sonra ikisi de kendilerini secdede buldular. Sabah namazını kılıyorlardı. İmam olmuştu adam. Yakup da arkasında namaz kılıyordu. Eller semadayken uzaktan horoz sesleri ve köpek ulumaları kulaklardaydı. Koyunların melemeleri arttıkça ağılın içine girme vakitlerinin geldiğini düşündüler. Yakup ağılın içini turladı her zaman yaptığı gibi. Arkasından da yabancı adam gezdi ağılı. Yakup, ağıldaki durumu anlatıyordu durmadan. Yabancı artık çoban olarak kabul edildiğini biliyordu.
-Çobanlık işi, dedi sessizce…
-Ben sana çoban olmak istiyorum. Bunu yapmam gerekiyor. Hatta ücret bile istemem. Senin hizmetinde olmam beni rahatlatacak. Ne olur beni kabul et. Yakup düşüp bayılacaktı nerdeyse. Adam adeta yalvarıyordu. Hizmet etmek istediğini haykırıyordu. Üstelik ücret istemem şuracıkta kıvrılırım, geçinir giderim, diyordu. Böyle bir şey olamazdı. İnsanlar karşılıksız hizmete talip olabilirler miydi?
Yaşadıklarından ürktü. Kendisinin bunu hak edecek biri olmadığını düşündü. Aklına kırk türlü düşünce geldi gitti. İnsan olarak neler akla gelebilecekse; hepsi meydana çıktı. Olduğu yere yığılmamak için bir ardıç ağacının üzerine oturdu. Başını iki avucu arasına aldı.
-Aman Allah’ım neler oluyor böyle, dediğinde yanancının lahuti sesi duyuldu.
-Ne zamandır rüyamda; senin sürünü gütmek için uyarılıyorum. Bu sözleri duyan Yakup artık nefes alamaz duruma düştü. Şimdi gidecek son nefesini verecek ve dönülmez yolun ucundaki yürüyüşüne başlayacaktı. Yabancı elini Yakup’un omzuna koydu.
-Kalk, dedi. Senin yapacağın güzel işler olacak. Ben sana hizmet edeceğim. Sen de…
Yakup arkasını bekledi. Cevap gelmedi. Sadece sessizlik vardı seherde. Yakup sarsılmıştı. Sendeleyerek kaktı. Birkaç adım attı. Arkasından da yabancı yürüdü. Konuşamadan eve girdiler. Kahvaltı sofrası hazırdı. Oturdular. Yemek sırasında yabancı,
-Buyurun, dedi ne isterseniz söyleyin. Ben istediğinizi yapacağım…
Yakup gözlerini kaldırdı, adamın ateş parçası gibi gözlerine baktı:
-Ne isteği, dedi. Sen istediğini yapabilirsin…
Yabancı ısrarla tekrar aynı soruyu sordu. Yakup:
-Sabah erkenden otlatmak için sürüyü götür. Otlattıktan sonra akşam sonu ağıla getir…
Yabancı,
-Elbette, dedi. Nasıl istersen. Artık benim görevim bu. Bu sürüye sahip çıkmak. Bu sürüye sahiplenmek… Ve en güzel şekliyle görevi yerine getirmek… Tam kalkmış giderken başını, sofrada uyuşuk bir şeklide oturan Yakup’a çevirdi:
-Ya senin görevin? dedi.
Yakup, ne yaptığını bilmez halde ayağa fırladı
-Ne olur söyle sen kimsin? Neden böyle gizemli konuşuyorsun? Sen sadece basit bir çoban olamazsın…
Çoban arkasına bile bakmadan çıkıp gitti. Yakup oturduğu yerde defalarca kendini sorguladı. Yabancının sorduğu soruyu tekrarladı durdu:
-Ya senin görevin? Ya senin görevin… Sahibine karşı bir görevi olmalıydı. Biliyordu.
Kalktı, köşedeki sehpanın üzerinde duran Kuran-ı Kerimi aldı. Duvara sırtını vererek olduğu yere dizleri üzerine çöktü. Bir sayfa açtı. Okudu, okudu… Müminlerin özelliklerini okuyordu. Tekrar tekrar okudu. Bu özelliklerinin hangilerine sahipti, düşündü… Gerçek sahibin istekleriydi önemli olan… Müminlerin özellikleri…
Onlar: emanetlerine ihanet etmezler. Söz verdiklerinde sözünde dururlar